Halime Güner

Türkiye’de Feminist Hareket

Halime Güner

Birinin Kızı, Birinin Annesi Değil Kendimiz Olmak İstiyoruz

Halime Güner, Türkiye’deki öncü feminist kuruluşlardan birinin, Uçan Süpürge’nin öncülerinden. Uçan Süpürge, cadılara atıfta bulunan bir metaforla kurulmuş. Feminist olmayan kesimlerle de ortak çalışmalar yapabiliyor. Feminist olmayan kadınların sorunlarına uzak ve mesafeli durmuyor. Bu anlamda kadın örgütleri içinde her kesim ile diyalog kurmasıyla öne çıkıyor. Kadın çalışmalarını amatörlükten çıkartıp profesyonel bir çerçevede yürütüyor. Bu nedenle zaman zaman eleştiriliyor. Hem uluslararası alanda hem de kadın hareketi içinde saygın bir örgüt olan Uçan Süpürge’nin kurucularından Halime Güner Türkiye’deki feminist hareketi tarihi süreç içinde değerlendiriyor.

İlk kadın derneğinin kurucularından

Şu anda Uçan Süpürge’nin Genel Koordinatörlüğünü yapıyorum. Ancak kadın hareketiyle olan tanışıklığım geçmiş yıllara dayanıyor. Birleşmiş Milletler 1975 yılını Dünya Kadın Yılı ilan ettiğinde İzmir’de İlerici Kadınlar Derneği’nin kuruluş çalışmaları içinde bulunan kadınlardan biriydim. Daha sonra kadına yönelik şiddet konusunda Ankara’da Kadın Dayanışma Vakfı’nın daha önceki merkezinde, Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığına bağlı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünde çalıştım. Tüm bu çalışmalar sırasında gördüğüm bir anlayış vardı. Kadınlar aslında çok şey yapıyorlar ama aralarında iletişim olmadığı için hem zaman kaybı hem tekrarlar yaşanıyor. Bunun önlenebilmesi için bir sivil toplum örgütü kurulabilir mi ve bunu kuranlardan biri olabilir miyim dedim. Kadın hareketinin birikimlerinin farkında olarak yola çıktık ve böylece Uçan Süpürgeyi kurduk. Uçan Süpürge yirmi bir yaşında. Kadın örgütleri arasında iletişimin, iş birliğinin, dayanışmanın artmasına yönelik çalışmalar yapıyor. Kurulduğundan beri de yaptığı çalışma, vizyonuna çok uygun bir çalışma.

“Feminist olmak bir eksiklik olarak algılanıyor”

Kendimi feminist olarak tanımlıyorum. Ancak 1970’lerin ortalarında, kadın hareketine girdiğimiz zaman “feminist” olarak tanımlamıyordum. Toplumsal olayların içinden çevreme bakarak hatta yakın çevremde kadın erkek eşitsizliğinin farkına vararak, bu konuda verilen bir mücadelenin, toplumsal hareketi bölebileceğine dair eleştiriler aldığımız bir süreç yaşadık. Bu anlamda o dönemlerde feminist olarak tanımlamamıştım. Ancak 1980’lerde İstanbul’da başlayan, özellikle kadınlar arasında yapılan toplantılarda, kurultaylarda iletişimin nasıl etkileşim getirdiğini ve nasıl etkilendiğimi gördüm. Çünkü “Bedenimiz bizimdir, ben de bir değerim.” demenin hiç de bölücü ifadeler olmadığını, tam tersi bu noktadan daha sağlıklı bir anlayış getirebildiğimi gördüm.

Feminist hareketi, kadın erkek eşitsizliğini fark edip bunu ortadan kaldırmak için yapılan mücadele olarak tanımlıyorum. Bu mücadelede çok insanın el vermesi gerekiyor. Zamanında feminist olduğumuz için bu konuda ciddi sıkıntılar yaşadık. Basından gelen arkadaşların da yaklaşımları böyle maalesef. Feminist olmak farklılık ama bedensel eksiklik, ruhsal eksiklik gibi algılandı. Onun için belirli bir dönem çok sancılı geçti. Fedakârlıklar yapılarak yaşandı, hâlâ aynı şeyler yaşanıyor.

“Feminist hareketi, kadın erkek eşitsizliğini fark edip bunu ortadan kaldırmak için yapılan mücadele olarak tanımlıyorum.”

Kadın örgütleri arasında bağ kurmaya çalışıyoruz”

Uçan Süpürge olarak, kadın örgütleri arasında bağ kurmak için yola çıkmıştık. Burada kadın örgütlerinde çok somut olarak bir şey gördük: Cumhuriyet kurulduğundan bu yana Türkiye’de kurulan kadın örgütlerinin %90’ı, 1990 sonrasında kurulmuş. Yani 1990 sonrası Türkiye’de kadın örgütlerinin sayısı çok fazla artmış. Prof. Yıldız Ecevit’in Uçan Süpürge’de yaptığı veri tabanı ile ilgili önemli bir çalışma var. Bundan çıkan birinci sonuç bu.

İkincisi Türkiye’de kadın örgütleri sadece İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde bulunmuyor. Her şehirde var hatta beldelere kadar yayılmış. Yayılmanın ötesinden sadece kadın haklarıyla ilgilenen bir kurum olmaktan da çıkmış. Girişimci kadınlar, çevreyle ilgili, yaşamla ilgili farklı alanları keşfetmişler.

Üçüncü adımda da kadın örgütleri sadece kadın haklarıyla ilgilenen örgütler olmaktan çıkıp toplumsal olaylara karşı daha duyarlı bir pozisyona gelmiş.

Şimdi rahatlıkla “Türkiye’de feminist hareket, özellikle 1980 sonrasında önemli adımlar attı.” diyebiliriz. Kadınlar kendilerini tanıdılar, birey ve değer olmayı bildiler, kendileri için de yaşamın önemli olduğunu, bunun başka kadınlara da aktarılacağını öğrendiler. Hepimiz bu çalışmalar sırasında yaşadıklarımızın sadece bize ait olmadığını, başka kadınların da benzer sorunlar yaşadığını gördük. Bu ortak sorunları konuşmak, tartışmak, tartıştıktan sonra bunu görünür kılmak, görünür kıldıktan sonra örgütlenmek, örgütlendikten sonra çözüm bulmak, basamak basamak yerine getirdiğimiz konular oldu.

“Cumhuriyet kurulduğundan bu yana Türkiye’de kurulan kadın örgütlerinin % 90’ı, 1990 sonrasında kurulmuş.”

“Sıkça duyduğumuz ‘Kadınlara haklar verildi’ sözü kadın mücadelesini görmemektir”

Feminist bir kadın olarak “1930’larda kadınlara bu haklar verildi.” sözüne itiraz ediyorum. Çünkü kadın hareketinde var olmuş biri olarak kendi özel alanımda bunun somut örneklerini yaşadım. Tarihi erkekler yazıyor. Kadınlar bu tarihten kopuk olmadılar; dünyanın hiçbir yerinde kopuk olmadılar. Ancak suyun üzerine yazı yazan bir kesim olduğumuz için bize, “ifade etmek” yerine, “idare etmek” öğretildiği için ifadeleri hep başkaları yaptı. Bu nedenle seçme seçilme hakları konusunda o dönemde kadın örgütlerinin ciddi mücadeleleri olduğunu görüyorum.

“Feminist bir kadın olarak “1930’larda kadınlara bu haklar verildi.” sözüne itiraz ediyorum. Tarihi erkekler yazıyor. Kadınlar bu tarihten kopuk olmadılar; dünyanın hiçbir yerinde kopuk olmadılar. Ancak suyun üzerine yazı yazan bir kesim olduğumuz için bize ifade etmek yerine, idare etmek öğretildiği için ifadeleri hep başkaları yaptı.”

“Feminist hareket, sol hareket içindeki konumumuzu sorgulamamız ile ortaya çıktı”

Ülkemizde 1980’lerde antidemokratik uygulamalar yaşandı. 12 Eylül dönemini hepimiz hatırlarız. O dönemde elimizden sendikalar, siyasi dernekler, her şey alındı. Bu süreçte “Kadın Erkek El Ele” dediğimiz bir mücadele içindeyken özel alanımızı sorgulamamıştık. Düşünen kadınlar o dönemdeki özel alanlarını sorguladılar. Biz daha adil, daha eşit, sömürüsüz, savaşsız bir dünya olacağını düşündüğümüz için mücadele ettik. Ama 1980 sonrasında özel alanımıza baktığımızda hocalarımızın, eşlerimizin, ağabeylerimizin, bize bunları öğreten kişilerin aslında ne kadar da eşitsiz davrandıklarını gördük. O zaman “Dur!” dedik. Bize anlatılanlarla yaşadıklarımız arasında fark vardı. Feminizm bir anlamda, bizimle o dönemde buluşan dünya görüşüydü. İyi ki buluştuk, iyi ki feminizm vardı.

“Kadın ajandasının öncülüğünü yapmak istiyoruz”

Türkiye’de çok il geziyoruz. Uçan Süpürge 81 ilde çalışma yapıyor hatta şimdi ilçeleri de dolaşmaya başladık. Bu süreçte gördük ki kadın erkek eşitsizliğine karşı mücadele çok yaygınlaşmış. Bunların çeşitli tanımları var. “Ben asla feminist değilim!” diye başlayan kadından, “Feminizme çok karşıyım.” diyen erkekten ve “Ben çok feministim.” deyip de kadın dayanışmasına çok geri noktalarından bakan insanların söylemlerine, eylemlerine, duruşlarına şahit olduk.

Uçan Süpürge olarak bizim bakış açımız; bardağın dolu tarafını görmek, radikal bir feminist hare içinde değil, Türkiye’de kadın erkek eşitsizliğini kaldırmak için hareket etmek. Kadın hareketi ajandasının içindeki noktalar arasında önceliği iyi belirlemek. Bu önceliklerin içinde de Uçan Süpürge’nin başta bahsettiğim vizyonunun dışına çıkmadan bunları yapmak.

Kâğıt üzerinde eşitlik sağlandı

Türkiye’de özellikle son yıllarda kadınlarla ilgili ciddi yasal düzenlemeler oldu. Uluslararası sözleşmelerdeki taahhütler yerine geldi. Yani kâğıt üzerinde Türkiye’de kadın erkek eşitliği tamamıyla sağlanmış görünüyor. Ancak kadınların toplumla barışık olup bunlardan haberdar olması önemli. Ayrıca kamu görevlileriyle, kadın sivil toplum örgütleri arasındaki diyalogun artması gerekiyor. Eğer kamu görevlileri “kadın hakları” dendiğinde bunun sadece kadın hakları örgütlerinin ilgilenmesi gereken, toplumu ilgilendirmeyen bir konu olduğunu düşünüyorlarsa bu çok yanlış. Bu konuyu özel sektörün de devletin de sahiplenmesi gerek.

“Ak Parti iktidara gelmemiş olsaydı araya daha büyük duvarlar örülebilirdi ve kadınlar birbirlerini tanımamış olurdu. Kadınların birbirini tanımış olmasından da önemli kazanımlar elde edildi. Sadece ortak dernekler kurmak, eylemler yapmak anlamına gelmiyor. Farklı düşünceden, kesimden gelen kadınlarla birlikte bambaşka alanlar açılacak, çalışma alanı genişleyecek demektir. Böylece daha büyük bir zenginlik kazandı. Belki kadın hareketinin son zamanlarda bu kadar ivme kazanmış olması sözünü ettiğim zenginliklerden ortaya çıktı. Kendini kapatan “Benim çöplüğümde benim horozum ötsün!” diyen bir anlayış, kendini yok edecektir günün birinde. Çünkü biz fanusun içinde yaşamıyoruz, herkesin herkese ihtiyacı var.”

“Önemli yasal değişiklikler yapıldı”

Kadın konusuyla ilgili olarak anayasanın 10. maddesi değişti. “Devlet kadın erkek eşitliğini sağlamak zorundadır.” denildi. Yerel Yönetimler Yasası değişti, Ceza Kanunu değişti. Kadına karşı işlenmiş bir suç, topluma karşı işlenmiş sayılıyordu, şimdi kadının bedenine karşı işlenmiş suç olarak kabul ediliyor. Bunlar çok önemli. Şunu söylemeden edemeyeceğim. Bir dönem devlet bakanlığı yapmış biri “Flört fahişeliktir.” demişti. Sonra aynı devlet bakanı adalet bakanı oldu ve “Evlilik içi tecavüz suçtur.” diye yasa çıkardı. Süreç çok hızlı. Çok iyi takip etmek gerekiyor. Çünkü Avrupa Birliği’ne girme süreci içinde kadın örgütlerinin dayanışma ve değişim noktasında birbirlerini teşvik edici bir yanının olduğunu görüyoruz.

Uçan Süpürge 2003 yılında CEDAW’ın bölge raporunun hazırlanmasını üstlendi. O dönemde başörtülü ve başörtüsüz kadınlar arasında ciddi bir sıkıntı vardı. Kendilerini; birbirlerini anlayamayan, farklı dünyalardan, farklı yerlerden gelmiş insanlar olarak tanımlıyorlardı. Davos’ta farklı düşüncelerden ne kadar zenginlik doğduğunu ve bu zenginliği kadın hareketine nasıl taşıdıklarını gördük. Bugün kadınları siyasete hazırlayan bir toplantımızda bulundum ve inanılmaz bir manzarayla karşılaştım. İktidar partisi, muhalefet partileri; her kesimden kadın bir arada… Erkeklerin bu kadar başarı sağlayabildiğini sanmıyorum.

“Muhafazakâr kesimle feminist kesimin kadın ajandası farklı”

Feminist hareket içinde bulunan arkadaşlarımızın ulusal sözleşmeler, Avrupa Birliği gibi süreçler konusunda daha fazla çalışma yaptıklarını görüyorum. Muhafazakâr kesim içerisinde ise kendilerini sorgulayan “İslam’ı ve gelenekleri sorgulamak istiyoruz.” diyen sadece aile içerisinde kendilerini konumlandırmayan bir kadın grubuyla karşı karşıya olduğumuzu görüyorum. Bunu hiçbir feminist hareket içerisinde görmedim.

Bence bu, kendi ajandalarında kendilerini sorgulamak, kadın olmaktan kaynaklanan ortak noktaları yakalamak noktasına gidecek. Tabii ki şunu bilmek gerekiyor: Dünyanın her yerinde kadınlarla ilgili inanılmaz politikalar yapıldığına şahit oldum. Ama feminist hareket siyasi bir yaklaşım değil, karşısındaki ataerkil gruba karşı hareket ediyor. Muhafazakâr kesimde ise alanlar daha geniş, söylenmesi istenen şey direkt söylenebiliyor. Bence daha radikal adımlar bir anlamda da bu gerekçeyle atılıyor. Sistemi, aile içindeki rolü, muhafazakâr rolün toplumla çatışmalı durumunu daha iyi ifade ediyorlar. Zaten kadınların görsel olarak da kamuoyu önünde kendilerini daha çabuk ifade ettiklerini her zaman söylüyoruz. Mesela erkeklerin kafasındaki türbanı biz görmüyoruz. Ama “simgesel” olarak kadınlar, bu alanda cephe ve karargâh diye ayıracak olursak, hep cephede savaştı. Sol hareket için de aynı şeyi söyleyebiliyorum.

“Zaten kadınların görsel olarak da kamuoyu önünde kendilerini daha çabuk ifade ettiklerini her zaman söylüyoruz. Mesela erkeklerin kafasındaki türbanı biz görmüyoruz. Ama simgesel olarak kadınlar bu alanda, cephe ve karargâh diye ayıracak olursak, hep cephe tarafında savaştı. Sol hareket için de aynı şeyi söyleyebiliyorum.”

“Başörtüsünün bedelini sadece kadınlar ödüyor”

Biz sol hareket içinde 1980 öncesi grevlerde eylem yaparken, çadırlarda sabahlayıp çocuklarımız ve boş tencerelerimizle bütün mitinglerde öne çıkardık. Arkadan erkekler politika yapardı. Tarih de böyle yazılıyor zaten. Onun için muhafazakâr kesimdeki kadınları eskiden bu kadar bilmiyordum. Onları tanıdıkça, onların bu alanda daha fazla enerji harcadıklarını, mesai yaptıklarını ve bu işe çok fazla emek verdiklerini gördüm. Tanıdığım pek çok arkadaşım var. Bunun çok yönü var. Özel alanı sorgulamalarının yanı sıra kamusal alanda her şeyi iyi ifade etmek gibi sorumlulukları var. Bulundukları her türlü ortamda, davetler gibi pek çok yerde başörtüsüyle ilgili yaşadıkları sıkıntılar var. Yani erkek çocuğunuz var; doğuruyorsunuz, askere gönderiyorsunuz davullarla zurnalarla ama siz bir askerî kuruma başörtünüz var diye giremiyorsunuz. Bunların bedelini sadece kadın ödüyor, erkek ödemiyor.

“Feministler yanlış anlaşıldı”

Feminist hareketin doğuşunda medyanın önyargısı vardı. Çünkü biz baştan itibaren kendimizi sorgularken zaten özel hayatımızı sorguluyorduk. Taze fasulyeyi kim ayıklayacak? Bulaşıkları kim kurulayacak? Sokaktaki gelişmeleri, hayatı kim paylaşacak? Bunlar bizim zaten sorguladığımız şeyler ve hiçbiri hayattan kopuk konular değil. Ama bizi, mor iğnelerle meyhaneleri basan ve “Bedenimiz bizimdir!” diyen kadınlar olarak tanıttılar. “Eyvah! Bunlar ne diyor? ‘Bedenimiz bizimdir!’ ne demek? Hangi kadın tipleri bunlar? Sokak kadını mı olacaklar?” diye telaşlandılar. “Kendim için bir değerim.” dediğim zaman “Eyvah! Bunlar aileden mi ayrılıyor?” dendi. Yani sloganlar başka türlü okundu.

“Türk gelenek göreneklerimize göre erkekler iş yapmaz, daha çok dışarıya açılır fakat kadınlar evdedir. Bu anlayışı artık kadınların kabul etmemiş olmasını Batılı veya feminist bir yorum olarak algılamak doğru değil. Çünkü bu insan haklarına, kadın haklarına, hayata karşı âdil, eşit, duyarlı bir bakışla ilgili.”

Önce bilinç yükseltme

Kadın hareketi, öncü kadın grupları arasından çıkmaya başladığında önce bilinç yükseltmekle işe başladı. Bilinç Yükseltme Grupları doğal olarak küçük gruplardı. Onlar bunu tabana yaymayı düşünmüyorlardı. Kendi kendimizi beslemeye ihtiyacımız vardı o sıralarda. Ne oluyor? Ne yapıyoruz? Neden “Bedenimiz bizimdir!” noktasına geldik? Bu süreçte içimize kapandık ve bunları sorguladık. Son eylem noktasında medya bizi tanıdı. Bu dönemde kamuoyuyla aramızda çok ciddi bir uçurum vardı. Hatta “Ben feministim.” diyen kadınların en yakınında, aile arasında bile “Aman bunu sakın kimse duymasın, sakın bunu söyleme!” gibi ifadelerle olumsuz eleştiriler aldık. Şimdi bile feminist kadın gruplarından olup da “Feministim ama…” diyen kadınlarla çok karşılaşıyoruz. “Feministim ama!” Böyle bir savunma içgüdüsünü bizde yaratan, kırıldığımız noktalar oldu. Türkiye’de feminist harekete çok yüklenildi.

“İşimiz zor, güç erkeklerin elinde”

Türkiye’de bu iş zor! Çünkü erkek egemen bir sistemsiniz. Bizim muhatabımız ataerkil bir sistem ve o sisteme karşı mücadele ediyorsunuz. Erk erkeklerin elinde. Bugün gayrimenkullerin bile %82’si erkeklerin elinde. Medyadaki yaklaşım daha çok erkek egemen. Medyada kadınları daha yeni yeni görüyoruz. Bütün bu yapı onlarınken biz diyoruz ki: “Siz adil davranmıyorsunuz. Hayat eşit katılımla mümkün ama biz eşit katılamıyoruz. Ne özel hayatımıza ne kamusal alanımıza… Siz bize engel oluyorsunuz.” Bunu dediğiniz zaman da doğal olarak çatışıyorsunuz.

Kadını nasıl tanımlıyorsunuz?

Düşünün ve bir kadını tanımlayın. Evde her türlü iş yapar, erkeğin hayatını kolaylaştırır. Belki dünyaya eşit koşullarda geliyorsunuz ama birdenbire bir kişi, bir başka cinsin hayatını kolaylaştırıp hayatını onun için feda ediyor. Kadınlar bunun için çok öyküler yazdılar, erkeklerin tersten okuması ve anlaması için… Çünkü başka türlü anlatamıyorduk. Çok çeşitli yöntemler denendi. Kadın hareketinde “Bedenimiz bizimdir.” kampanyası, “Susma, bağır, yapan utansın.” kampanyaları düzenlendi. 1987 yılında bu kadınlar “Dayağa hayır!” yürüyüşü yaptılar. Ama tabii bu yürüyüşün nedeni Çorum’da bir savcının “Sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etme bir kadının.” demesiydi. “Eğer sen kadına şiddet uyguluyorsan bu konuda haklısın.” diyen bir kararı okuyan avukat arkadaşların isyanıyla başladı.

“Feminist hareketin doğuşunda medyanın önyargısı vardı.”

“Kadın hareketi Doğu’da çok daha canlı ve ilerlemeci”

Artık kadınlar daha çok dışarı çıkıyorlar. Evden çıktıkları zaman diğer kadınları görüyorlar. Yaşadıklarının kendilerine ait olmadığını görüp başka kadınlarla konuşuyorlar. Sonunda örgütlenmeye kadar gidiyor. Şimdi bu çok küçük bir örnek. Batı’daki bu gelişme, kadın örgütleri için gelişme yayınlarından ulusal toplantılara kadar, projelerden gelir düzeyinin yüksekliğine kadar belirleyici oluyor. Ama bu, kadın hareketinin öncüleri Batı’da demek değil. Bugün lobicilik eğitiminin yöntemlerini bize anlatıyorlar. Mesela İngiltere’den veya Batı’dan çıkan bir yöntem olarak tarif ediliyor. Ama Doğu’da, Güneydoğu’da, kadınlarla yaptığımız görüşmelerde, çektiğimiz filmlerde o bölgelerdeki kadınların lobicilik nedir bilmeden, kuramsal bir yaklaşımları olmadan da bu işi nasıl yürüttüklerini, nasıl başarılar elde ettiklerini gördük.

Doğu’daki kadın örgütlerinin heyecanlı, inançlı, verici, disiplinli, daha hayatın içinden bir yapısı var. Bunu değiştirmek için uğraşan ama örgütlenmelerin kurumsal olarak acemiliği nedeniyle su yüzüne çıkaramayan bir yapı bu. Hayret edeceğiniz kadar çok çalışan kadınlarla karşılaştım.

“Batı her şey halledildi sanıyor”

Aslında Batılı kadınların yaptıkları çalışmalardan çok yararlanıyorum. Ama kendimi daha çok ortada hissediyorum. Keşke köprüler kurulabilse. Şu anda her şeyi hallettiğini, her yeri geçtiğini sanan Batılı kadınların aslında hayattan koptuklarını, uzaklaştıklarını görüyoruz. Bu köprülerle Doğu’da hâlâ pişen taze fasulyenin, yıkanan bulaşığın, gerçek hayatın sorgulandığı dinamizmin Batı’ya geçmesi gerekiyor. Çünkü orada, her şey çözüldü, her şey halloldu hissi hâkim. Ama yaşam devam ediyor. Ben Batı’daki hareketin de böyle giderse tehlikeli olabileceğini görüyorum. Çünkü çok fazla kazanımları var. “Bir sonraki nesil için nasıl olsa her şey hazır.” diyerek geri adım atabileceklerini görüyorum. Ama burada sürekli kendini sorgulayan, sürekli kendini geliştiren bir hareket var. Doğu geçekten çok canlı. Sadece Türkiye değil, Hindistan, Afrika gibi ülkeler çok dinamik ve canlı.

“Ailenin kutsallığı feministler ile muhafazakârları ayrıştırıyor”

Muhafazakâr kesimdeki kadınlarla feminist kadınlar arasındaki en ciddi ayrım ailenin kutsallığı konusu. Feminist hareket aile içinde bölünmüşlük, parçalanmışlık yaratıyor gibi. Bunu bize de çok sık soruyorlar. “Feminist misin, erkek düşmanı mısın, evli misin?” diye. Yine ataerkil sistem olarak bakacak olursak muhatap kimdir? Karşılığında kadının yaşamının engelleri, bize göre erkeklerdir. Bunun içinde hem muhafazakârı hem sosyalisti var. Onun için biz feministler kendimizi sorguluyoruz. Eşit paylaşım, eşit katılımla mümkündür. Aile içinde hayatı eşit paylaşacaksak senin de her türlü şeye eşit katılman gerekir. Ama yok, Türk gelenek göreneklerimize göre erkekler iş yapmaz, daha çok dışarıya açılır fakat kadınlar evdedir. Bu anlayışı artık kadınların reddedilmesini Batılı veya feminist bir yorum olarak algılamak doğru değil. Çünkü bu insan haklarına, kadın haklarına, hayata karşı adil, eşit, duyarlı bir bakışla ilgili.

“Kadınlar için yapılan her şey ülkenin yararınadır.”

Eşitlik toplumsal bir sorun

Kadın erkek eşitsizliği toplumsal bir olaydır. Bunun artık anlaşılması gerekiyor. Kadınlar için yapılan her şey ülkenin yararınadır. Bu temelle bakıldığı zaman eşitsizliği de şiddeti de görmemek mümkün değil. Konu hakkında çok önemli çalışmalar yürüten kadın örgütleri var ülkemizde, şiddetin tanımını da ortaya koyan var. Zaten tanımını yaptıkları zaman diyorsunuz ki şiddeti yaşamayan yok. Çünkü şiddet bizim bildiğimiz dayak değil hatta namus cinayetleri değil. Buna gelene kadar birçok şiddet olayı var, toplumsal, psikolojik, ekonomik… Bu şiddetlerin tanımlarını açtığımız zaman çok yaygın olduğunu görüyoruz.

“Şiddet kültürümüzde var”

Şiddeti çoğu zaman biz besliyoruz, kültürümüzde var. Kadınlar çocukları dövüyor diye şikâyetler geliyor. “Bu çocukları kadınlar büyütüyor. Şiddet de buradan geliyor.” denilebilir. Kendi evleri içerisinde kadın kadına gösterdikleri şiddet de var. Kayınvalide, görümce ilişkilerinde görüyoruz bunu. Bunlara bir bütün olarak baktığımızda şiddetin çok yaygın olduğu görülüyor.

“Kadınlar siyaseti geniş anlamda yapıyorlar”

Türkiye’de bize göre iki anlamda siyaset var: Biri dar anlamda siyaset, mecliste yapılıyor. Diğeri geniş anlamda siyaset, alanlarda sürdürülüyor. Geniş alandaki siyaseti yapan daha çok kadınlar. Okul-aile birliğinden manavlara, otobüsten aileye kadar bütün alanlara bakın. Biz yereli en fazla kullanan kesimiz. Elektriği, suyu, hayatı, çevreyi… Kadınlar hayatın içinde, yaygın alandaki siyasette çok başarılılar. Fakat dar anlamda, meclisteki temsil oranında başarı yok. Bu başarısızlığın sebebi tabii ki erkek egemen sistem. Her zaman söylediğimiz gibi onlardan kaynaklanıyor. Genel olarak kadınlar siyaseti istemiyor gibi bir tablonun aktarılmasını da çok doğru bulmuyoruz. Çünkü kadınların bu konudaki istekleri veya iştahlarının olmayışı, önlerindeki engellerden kaynaklanıyor. Bu engellerden biri maddî durum. Gayrimenkulün %82’sinin erkeklerin üzerinde olduğunu hatırlayın. Kadınlar bugün bir siyasi partiye üye ya da aday olmak için erkeklerle eşit parayı veremezler. Bazı siyasi partilerde bu konuyla ilgili özel önlemler alınmaya çalışıldı ama yeterli değil.

“Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle iki kesim arasındaki duvarlar aşıldı”

Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle bence bir anlamda başörtülü kadınların öz güvenleriyle ilgili adımlar atılmış oldu. Yasaların da bu zamanda çıkması feministlerin de kadın grupların da aynı alanda buluşmasına yol açtı. Her iki grubun da aynı anda çeşitli haklara kavuşmalarıyla ciddi bir adım atıldı. Çünkü her iki kesimdeki kadınlar birbirlerini dinlemeye, anlamaya, konuşmaya başladılar. Ak Parti iktidara gelmeseydi araya daha büyük duvarlar örülebilirdi ve kadınlar birbirlerini tanımazlardı. Kadınların birbirini tanımış olmasından da önemli kazanımlar elde edildi. Bu kazanımlar sadece ortak dernekler kurmak, eylemler yapmak anlamına gelmiyor. Farklı düşünceden, kesimden gelen kadınlarla birlikte bambaşka alanlar açılacak, çalışma alanı genişleyecek demek. Böylece daha büyük bir zenginlik kazanıldı elbette. Belki kadın hareketinin son zamanlarda bu kadar ivme kazanması sözünü ettiğim zenginliklerden ortaya çıktı. Kendini kapatan “Benim çöplüğümde benim horozum ötsün!” diyen bir anlayış, günün birinde kendini yok eder. Çünkü biz fanusun içinde yaşamıyoruz, herkesin herkese ihtiyacı var.