Çiçek Derman

Aile, Annelik ve Çalışan Kadın Kodları

Çiçek Derman

Öz Değerlerimizi Koruyarak Modernleşmeliyiz

Çiçek Derman geleneksel sanatlar alanında özellikle tezhipteki yeteneği ile ön plana çıkmış bir isim. Bu alandaki başarısını akademik kariyer ile de perçinlemiş. Alanındaki ilk profesörlerden biri. Marmara Üniversitesi Türk El Sanatları Bölümünde Türk düşüncesini ifade eden geleneksel sanatları ve onların mayası olan geleneksel düşünceyi yaşatmaya çalışıyor. Modern dünyanın tüm taarruzlarına karşı, geleneksel dünyanın değerlerini savunuyor. Modernleşmeye karşı değil ama değişmesi ve muhafaza edilmesi gereken şeyler arasında bir denge olması gerektiğini belirtiyor. Bugünün dünyasında kadınların karşı karşıya kaldığı “Aile mi? Kariyer mi?” çelişkisinde aileyi birinci planda tutan görüşleri ile Çiçek Derman kadını değil de kadın ve aileyi bir arada gören geleneksel düşüncenin temsilcilerinden…

“Üniversiteye yirmi sene geç gitmiştim”

Gelenekli sanatlar aslında bir milletin duygularını, hislerini ortaya koyan en güzel sanatlar. Çünkü o milletin millî varlığını vücuda getirir. Gelenekli sanatlarla tanışmam 1962 yılına kadar gider. İstanbul Kız Lisesi mezunuyum. Liseyi bitirdikten sonra Dr. Süheyl Ünver Bey’in yanında çalışmaya başladım. Yirmi iki ay onun yanında sekreter olarak çalıştım ve böylece gelenekli sanatları tanıdım. O bana büyük bir kapı açtı. Sanat tarihi okuma isteğim Süheyl Bey’in yanında, bu sanatları tanımamdan sonra oluştu. Uzun bir müddet devam etti tahsil hayatım.

“En büyük vazife analık”

1982 yılında üniversiteyi bitirdim. Üniversiteye yirmi sene geç gitmiştim. O zaman zarfında da üç oğlum dünyaya geldi. Bence Allah’ın bir kadına bahşettiği en büyük vazife analık. Bütün işlerimi bırakarak o yirmi senemi üç oğlumla geçirdim. Sonra kırk yaşında çalışma hayatına başladım. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü kurulduğu zaman ilk kadrolu hoca olarak orada görev aldım. Bu dalda da ilk profesörlük alan hanımlardanım veya kadın sanatkârlardanım; “hanım” demeyeyim kendime.

“Geleneksel sanatlar Türk Milletini ifade eder”

Büyük bir mücadele verdiğimi söylemeliyim. Gelenekli sanatlarımızın özellikle Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesinde barınabilmesi için bu kadar zaman orada kalıp varlığını koruyabilmesi için, büyük bir mücadele verdim. Mücadele bitti mi? Hayır bitmedi ama daha yavaşladı. Ben, güzel sanatların da bütün diğer modern sanatların da geleneksel sanattan doğduğuna inanıyorum. Geleneksel izler taşıdığı müddetçe o Türk milletini ifade eder.

“Kariyer, kariyer, kariyer! Hayır. İlk önce aile gelmeli tabi kariyer de yapacağız. Nitekim yapmış bir kişiyim. Ama asla ailemi ihmal ederek değil. Biraz evvel bahsettim. Ben yirmi yaşında anne oldum. Allah bana üç evlat nasip etti ve ben kırk yaşında çalışma hayatına başladım. Bu yirmi senemi seve seve üç oğlum için verdim.”

“Kendi değerimizin farkında olalım”

1982 yılında Avrupa Dışı Sanatlar Birliği davetiyle Milano, Cenevre ve Londra’da geleneksel sanatlarımızı atölye çalışmalarıyla uygulayarak gösterdik. Muazzam bir ilgi gördük. Eğer modern sanatla uğraşan bir hanım olarak gitseydim bana böyle bir alaka duymazlardı. Modern sanatların en mükemmelini onlar zaten yapıyorlar. Sizi davet ederken, sizi tanımak isterken, size has sanatları görmek ve öğrenmek istiyorlar. Emin olun ben yurt dışında, kendi vatanımdan çok daha alaka gördüm, çok daha iltifat aldım. Bence Türkiye sahip olduğu değerleri fark ettiği zamana Doğu’da ve Batı’da kendini kolayca konumlandırabilir. Yeter ki biz kendi değerlerimizin farkında olalım, onları müdafaa edelim, yaşatalım. Gençlerimize öğretelim. Maalesef gençlerimiz birçok sanatımızdan bihaber ama ben onları suçlayamıyorum. Çünkü önce aile sonra orta öğretim sonra cemiyet vermeyince genç bunu nasıl bilebilir? Üniversiteye gelmiş, branşı seçmiş, bölüme gelmiş “Tezhip nedir hocam?” diyor bana. Çok haklı. Biz o yaşa kadar öğretmezsek onlardan bunu bilmelerini nasıl bekleriz! Onun için ben öğrencilerime ilk önce gelenekli sanatlarımızı anlatıyorum sonra öğretmeye çalışıyorum. Tanırsa zaten sahip çıkıyor.

“Kadın, nezaketini ve zarafetini daima korumalı”

Bizim kültürümüz muhakkak ki Orta Asya’dan geliyor. Tezhip sanatı da Uygur Türklerine kadar giden çok eski bir sanat. Türkler bu sanata çok hizmet etmişler, çok emek vermişler. Ben tezhip sanatının özellikle bir hanıma yakıştığını düşünüyorum. Türk kadınında görmek istediğim nezaketin daima koruması. Bir kadın pek çok meslekte çalışabilir. Nitekim günümüzde her türlü mesleği erkeklerle beraber, belki onlardan da güzel yapıyor. Ama bir Türk kadını bunları yaparken erkekleşmemeli. Kadınlık zarafetini, kadınlık nezaketini daima korumalı. Kadının o zaman daha başarılı olacağına inanıyorum.

Sanatı üzerinde taşımak 

Rikkat Kunt, benim tezhip hocamdı. Kendisini rahmetle anıyorum. Biz büyük bir mücadeleyle bu sanatı öğrenmeye çalışırken bir gün bana dedi ki: “Kızım bu sanatı üzerinde taşımanı isterim.” Bu sözden sonra emin olun titredim. Çünkü bir sanat eserini meydana getirmekten çok daha zor bir mesuliyet, sanatınızı üzerinizde taşıyabilmek. Yani kendinizi, ahlâkınızı tezhip güzelliğine getirebilmek. Bunun için bir ömür yeter mi bilemiyorum. Bir Türk kadını bence böyle olmalı. Sahip olduğu bütün değerleri tanımalı, bilmeli. Ne körü körüne Doğu, ne şuursuzca Batı yanlısı olmalı. Ne olduğunu bilip kendi değerlerine sahip çıkarsa zaten Doğu da Batı da onu takdir eder ve ona değer verir.

“Türk kadınında görmek istediğim nezaketin daima korumasıdır. Bir kadın pek çok meslekte çalışabilir. Nitekim günümüzde her türlü mesleği erkeklerle beraber, belki onlardan da güzel yapıyor. Ama bir Türk kadını bunları yaparken erkekleşmemeli. Kadınlık zarafetini, kadınlık nezaketini daima korumalı. Kadının o zaman daha başarılı olacağına inanıyorum.”

“Doğu’da da Batı’da da kabul görmek”

Katiyen sanatımızın, zenginliğimizin farkında değiliz. O kadar büyük bir mazimiz var ki neden bunları bir kenara itip, çağdaşlık adına körü körüne başka sanatların peşinde koşuyoruz? Bu bize bir şey kazandırmıyor, aksine kaybettiriyor. Ben bunu yaşadım. Doğu’ya da Batı’ya da çeşitli sempozyumlarla, tebliğlerle sanat eseri götürerek oradaki davranışları, karşılayışı, kabul edişi bizzat yaşadım. Siz kendi değerlerinizle bir kat daha değerleniyorsunuz, bu muhakkak.

Zamanla gelen değerler: Modernleşme

Modernleşme muhakkak ki zamanla gelen değerleri ifade ediyor ve biz de bunlardan ayrı kalamayız. Tabii modern dünyanın tesirinde olacağız fakat kendi öz değerlerimizi bir tarafa bırakarak modernleşmenin karşısındayım. Bence Türk kadını bütün millî değerlerini, kendi özünü, hasletlerini, manasını koruyarak modernleşmelidir. Bizim soyumuzdan gelen güzellikler, dinimizin kazandırdığı güzellikler, bunlar uzun asırlardır elde edilmiş ve bunlar Batı kadının da yok. Biz bunun farkında değiliz.

“Aile, kariyerden önce gelmeli”

Benim için aile çok mühimdir. Çünkü aile her şeyin başında gelir. Cemiyeti aileler meydana getirir ve bir cemiyetin ölmesi için ilk hedef ailedir. Aileyi yok ederseniz cemiyet kalmaz. Bir Türk kadını önce ailesine sahip çıkmalı. Çocuklarının, eşinin huzurunu ve yuvasının devamını sağlamalı. Kariyer, kariyer, kariyer! Hayır! Önce aile gelmeli, tabii kariyer de yapacağız. Nitekim yapmış bir kişiyim. Ama asla ailemi ihmal ederek değil. Ben yirmi yaşında anne oldum. Allah bana üç evlat nasip etti. Kırk yaşında çalışma hayatına başladım. Bu yirmi senemi seve seve üç oğlum için verdim. Bugün onun karşılığını alıyorum. Kadın için ailesi önce gelir. Tabii sanatını icra edecek, kariyer yapacak, bir cemiyette ilerleyecek, bazı mevkilere gelecek. Sadece evinde hapsolup kalmasına da karşıyım. Ama ailesini bir tarafa iterek olmamalı bu. O zaman çok şey kaybediyoruz.

“Türk kadını ilk önce ailesine sahip çıkmalı. Çocuklarının, eşinin huzurunu ve yuvasının devamını sağlamalıdır.”

“Kadın olmak bir imtiyazdır”

Ben hiçbir zaman kadın erkek yarışına girmedim ve bunu çok lüzumsuz görüyorum. Kadının erkekle yarışmaya ihtiyacı yok ki. Rabbim zaten onu yaratırken o kadar cömert davranmış ki o kadar güzel hasletlerle onu halk etmiş ki… Biz bunun farkında değiliz. Kadın olmak bir imtiyaz ve Allah’tan bir lütuf. Biz bunları bir tarafa bırakıyoruz erkekleşmeye çalışıyoruz. Bu kazanç değil, kayıp oluyor bizler için.

“Biz etraf için var olmalıyız”

Sanatçı olmak bence büyük bir özellik, büyük bir üstünlük, herkesin altından kalkamayacağı bir özveri. “Ben”, “ben” demeyelim. “Ben” diye diye böyle olduk. Biz etraf için var olmalıyız. Öğrencilerimiz, çocuklarımız, yetişen nesil… Onlara faydalı olduğumuz kadar kıymetli oluruz. Sürekli “ben” demek beni korkutuyor. Sanatımın bana kazandırdığı en büyük şey, “ben” dememeyi öğrenmek. Çünkü sanat Allah’ın bir lütfu, armağanı ve emaneti. O emanet, bir gün gelecek geri alınacak. O zaman emaneti büyük bir edeple, hürmetle ve hayırlı işler yaparak kullanmalıyız.

“Kadının önemli sayılması için illa ortalara çıkması şart mı?”

Ben, erkeğini vezir edenin de rezil edenin de kadın olduğuna inanıyorum. Nesilleri yetiştiren kadındır. Kendi belki pek ortaya çıkmaz ama onun gücü, sabrı, itici kuvveti erkek zümresinin bugünkü hâle gelmesinin sebebi olur. Kadının mutlaka ortaya çıkması şart mı? Çocuklarıyla, yetiştirdiği öğrencileriyle başarısını belki de ortaya koyuyor. Tabii bunda bizim İslâmî düşüncelerimiz çok mühim. Kadın cemiyette, erkekten çok daha mühim vazifeler üstleniyor. Demek ki bunları ortaya çıkartmaya ihtiyaç duymuyor, öyle düşünelim.

“Hata varsa dinde değildir”

Eğer İslâm kadını eziyorsa bu bizim dinimizi tam olarak uygulayamadığımızın işareti olabilir. Biz yanlış algılıyoruz onu. İslâm’da kadına çok değer verilmiş. Bizim dinimiz belki kadına en çok değer veren, paye veren din. Eğer aksi düşünülüyorsa o bizim hatamız, dinimizin değil. Kadının geri kalmasını İslâm’a bağlamak çok saçma bir düşünce. Ben buna katiyen katılmıyorum. İslâm mükemmel bir din, hiç şüphe yok. Biz ona lâyık olalım.

“Dış tesirleri millî potamızda eritmeliyiz”

He konuda ilerlemek istiyoruz. Fakat ilerlemek geleneklerimizle beraber olursa bir şey ifade eder. Yoksa benliğimizi kaybederiz. Dış tesirleri millî potamızda eritmeliyiz. Onları Türk yaptıktan sonra kullanırsak bizim yükselmemizi sağlar. Bir cemiyet gelenekleriyle yaşar. “Geri kalmamızın sebebi geleneklerimizdir.” sözüne asla katılmıyorum. Geleneklerimizi bilelim, çocuklarımıza tanıtalım ve onlara tam sahip çıkalım. Tabii töre cinayetlerini geleneklerden ayrı tutuyorum. Biz sanatkârlar her şeyin güzel yönünü görürüz. Muhakkak ki kız çocuklarının okutulmaması gibi yanlış şeyler de var. Ama bunlar İslâm’da yok. Bir kere bizim dinimiz de kul hakkı var, bu ne kadar mühim bir şey. Bunu bilen, insana bu şekilde yüklenir mi? Karısına, annesine, gelinine karşı yanlış davranabilir mi? İslâm’dan uzaklaştıkça ve İslâm’ı yanlış değerlendirdikçe hoş olmayan geleneklere sahip olduk.

“Hiçbir zaman kadın erkek yarışına girmedim ve bunu çok lüzumsuz görüyorum. Kadının erkekle yarışmaya ihtiyacı yok ki. Rabbim zaten onu yaratırken o kadar cömert davranmış ki o kadar güzel hasletlerle onu halk etmiş ki… Biz bunun farkında değiliz. Kadın olmak bir imtiyazdır. Allah’ın bir lütfüdür.”

Dişilik ve kadınlık

Dişilik ve kadınlık ayrı şeyler. Dişilik sadece dış görünüşünü, makyajını, kıyafetini ve şehvetini ortaya çıkaran mertebe oluyor. Bir de kadınlık mertebesi var ki onun manasını, özünü, hakikatini ortaya çıkaran şey. Bizlerin asıl hedefi kadınlık mertebesini elde etmek olmalı ve bu yolda en büyük yardımcımız da sanat. Sanat insanı hakikaten olgunlaştırıyor, terbiye ediyor. Sizi, farkına varmadan pek çok hasletlerle donatıyor. Mesela sabrı öğretiyor. Sabır bugün insanımızın en çok ihtiyaç duyduğu özelliklerden. Göz terbiyesi sayesinde hassasiyet kazanıyorsunuz, başkalarının göremediği ince noktaları siz fark ediyorsunuz. Hayat çok uzun, her zaman güzellikler olmuyor tabii. İnsanoğlu pek çok acıyı da yaşıyor. Ben Hocam Rikkat Kunt Hanım’ın çok geç yaşlarında evlât acısıyla yandığına şahit oldum. O acıyı yine büyük bir metanetle, olgunlukla sanatına sarılarak yendiğini gördüm. Sanat insana bir sığınak oluyor, huzur bulduğu bir mekân oluyor. Bunu kendim de çok yaşadım.

Sanat iyileştirir

Elime fırçamı alınca başka bir dünyaya geçtiğimi hissederim. O dünya tamamen sevgiyle kaplıdır, orada güven vardır, huzur vardır ve bir cennet havasındadır. İnsan o haletiruhiye içinde o kadar güzel şeyler meydana getiriyor ki hayatta yaşadığı sıkıntıları, acıları, huzursuzlukları unutuyor. Sanatın insanın hayatına bu kadar güzel katkıları olduğunu biliyorsak eğer, bence herkes kendi kabiliyeti nispetinde sanatla uğraşmalı. İnsanın kendisini sanatla terbiye edişi bambaşka oluyor. Sanat ibadet şevki, neşesi içinde yapılırsa alınan sonuç muhteşem oluyor. Çünkü o zaman kendinizi, ibadet eder gibi Allah’ın huzurunda hissediyorsunuz. Bunun neticesi muhteşem oluyor.

“Dişilik sadece dış görünüşünü, makyajını, kıyafetini ve şehvetini ortaya çıkaran mertebe oluyor. Bir de kadınlık mertebesi var ki onun manasını, özünü, hakikatini ortaya çıkaran şey. Bizlerin asıl hedefi kadınlık mertebesini elde etmek olmalıdır ve bu yolda da en büyük yardımcımız sanattır.”

Anadolu kadının sanatı

Ben sanattan bahsederken sadece tezhip sanatından değil bütün gelenekli sanatlarımızı kastediyorum. Anadolu kadınının sandığını bir açsanız oradan neler çıkar. Orada hayalleri, özleyişleri, hedefi vardır. Neler yatar o işlediği oyalarda, çevrelerde. Sanatın özellikle kadına yakıştığını, ona çok uygun olduğunu düşünüyorum. Sanatla uğraşan bir kadının, etrafına çok daha faydalı olacağını tahmin ediyorum. Hiçbir zaman boş kalmaz bir kere. Bizim zamanımızda ailede eli eli üzerinde oturan bir genç kız göremezdiniz. Böyle bir durumda büyüklerimiz hemen bizi paylardı “Yapacak hiç mi bir şeyin yok?” diye. Anneannem Saraybosnalı bir hanımdı, nur içinde yatsın. Rumeli’nin pek çok güzel ananesini bizlere aşılamaya çalışmıştır. “Hiçbir zaman boş kalmayacak bir insan. Devamlı üretecek, çevreye faydalı olacak. Yapacak bir şeyin yoksa bir tebessümle etrafındakilerin sıkıntısını gider.” derdi. Mühim olan, insanın etrafına bu şekilde hizmet etmesi. Kadın bir meslek sahibi olmayabilir ama eğer etrafına bu şekilde yardımcı olursa pek çok meslek sahibi hanımdan çok daha faydalı olur.